Bu blogda siyaset yazmıyorum ama
The Newsroom dizisini de başka bir kalıba koyamadım. Zira diziden bahsetmek
gerek.
10 bölümlük ilk sezon bitti.
Bir süre televizyon haberciliği
yapmış biri olarak diziyi tarafsız gözle izlemem mümkün değildi.
Aaron Sorkin imzasını taşıyan
dizi Sorkin’in önceki yapımları gibi cesur ve politik alt metin içeriyor.
Dizideki örgüde medyanın siyasi
bağıntı ile olan etkileşimi büyük önem taşıyor. Hangi haberi kimleri üzmeden ve
kimleri karşınıza alarak yapmak günümüz gazeteciliğinin en önemli sorunlarından
biri. Dizide bu durum açıkça vurgulanıyor.
Özellikle Tea Party hareketi
hedef tahtasına konulmuş ve oldukça cesur bir biçimde eleştiriliyor. Buna
karşın ana karakter ve anchorman Will McAvoy’un Cumhuriyetçi Parti üyesi olarak
gösterilmesi gibi dengeler de gözetilmiş.
Batı dünyasının ve özelde
Amerika’nın içinde bulunduğu “Ya biz süperdik, şimdi ne oldu?” sorusunun ciddi
bir şekilde irdelendiğini söylemek mümkün. Bu soruya Amerikan toplumu içinde
derinlikli ve bilgesel yaklaşımlar olduğu kadar tamamen ilkel ve reaksiyoner
karşılıklarının da olduğu biliniyor, ki burada Tea Party hareketinin altını çizmek
gerek.
Zihin açıcı yönleri dışında
gerzek aşk hikayeleri içermesi The Newsroom’u zaman zaman ikinci sınıf bir
gençlik dizisine indirgiyor.
Sonraki bölümleri izlemeye ve not
tutmaya devam edeceğiz.
Bir de merak edenler için
söylemem gerekir; Türkiye’de gazeteci olmak ABD’de gazeteci olmaktan çok daha
heyecanlı, atraksiyonlu ve yıpratıcıdır.
Orada gördükleriniz hafif kalır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder